16 Ekim 2011 Pazar

EZGİLER VE HAFIZA




Seslerin, bir ezginin tıpkı kokular gibi insanın hafızasına yerleştiğini zamanla en derin yere yerleşip biriktiğini düşünenlerdenim.


Duyduğum bir ses ya da ezgi yıllar geçse de üstünden hep o anları yani geçmişi hatırlatır.

İste Kürtçe ezgiler de böyledir benim için, geçmişimdir. Belki de o ezgiler olmasa geçmişi hiç hatırlamayacağımı bilirim.

Ne tuhaf, ne o coğrafyada doğru düzgün yaşamışlığım vardır ne Kürtçeyi anladığım…

Ama ilk dinlediğim Kürtçe ezgiyi hatırlarım.

Dayım dediğim, bir faili meçhule kurban giden insanin mırıldandığı ''Heval Kamuran' adlı ezgidir. Bu yüzden ilk dayım gelse de aklıma, bedenlerine bilinmeyen bir yerlerden kursun çarpınca yere yığılıp hiç kalkmayacakları toprağa düşen, hayalleri biten gençleri düşünürüm.

Sonra sallana sallana ezgisini dinlemişimdir. Gittiğim bir düğünde halayın ortasında sarhoş birinin dilinin pelteğine aldırmadan sallanarak söylediği ezgiyi.

O an umudu düşünürüm. Bulundukları coğrafyada hep susanların bir ağızdan ayni ezgiyi de söyleyebildikleri aklıma gelir.

Uzun yıllar dinlemedim Kürtçe ezgileri, hep yabancı pop müzik dinledim. Üniversitedeyken, ilk kez bir yemekte,güzel sesli bir arkadaştan dinleyip,sonradan kime ait olduğunu öğrendiğim Agirê Jiyan'in ''Adarê' adli ezgisini ne zaman duysam o yıllarda yaşadığım arkadaşlıklar ,o hepimizi saran her şeyin güzel olacağına dair inancımız ve bitmez sandığım dostluklarım, o şarkının hep bir ağızdan söylendiği simdi anı olan anlar gelir aklıma.

''Nûbûn '' adli grubun albümünü hediye etmişti o gün adare'yi hüzünlü sesiyle söyleyen arkadaş, 'dilberam dilber '' adli türküyü de söyleyeceğine söz vermişti bana. ve ben simdi o türküyü ne zaman hatırlasam tutulmayan sözler gelir aklıma. Ve O arkadaşı bir daha hiç gör(e)mediğimi düşünürüm.

Şivan Perwer'i keşfimde bu yıllara rastlar. Halepce’yi ilk o zaman duymuştum ve tabi Şivan'in gırtlağından sonsuz nehirler akıyormuş hissi veren o essiz nağmeleri. Yıllar geçse de üstünden sivan’ın sesini ya da herhangi bir ağıdı kulağıma değse yüreğime aklıma boşaltılmış köylerden birine gidişimi, arabaların olmadığı ama tankların adım başı yolunuzu kestiği yaz tatilimi anımsarım..

Çiçekleri göremeyecek, uçurtma uçuramayacak çocukları, savaşa öfkeyi düşünüp üzülür çoğu zaman kahrolurum. öfkeye, isyana, acıya bırakırım o notalarla o sesle kendimi.

Ve Ciwan Haco..

Her şarkisi her ezgisi bana farklı anlarımı hatırlatır. Hiçbir şeyimken hayatımdan çıkıp gittiğinde her şeyim olduğunu anladığım insanin bana dinlemem için gönderdiği en son hediye hey dilbere adli türküdür. ben o ezgiyi dinlerken teslim olurum o sese. Beklediklerinin hiç gelmeyeceğini anlayıp kaderine razı olan kadınları düşünürüm. O hiç kimseye anlatamayacakları kederin usulca kirpiklerinden süzülüşünü, tenlerine değişini ve tenlerini yakan acıyı düşünürüm.

Bir aksam sohbetin ortasında arkadaşımın '' hışş... sesi dinle'' dediği sese kulak verip kim bu diye merakla soruşumu dün gibi hatırlarım. Ve o sesin Aynur olduğunu. Neşeyle suren sohbete yıldırım gibi düşen o sesi ardından gelen sessizliğe neden olup gözlerimi buğulandıran ''Ahmedo'' adli ağıdı hatırlarım Aynur’u ne vakit dinlesem.

Ölümle sözlü insanların yasadığı diyarları, titrek bakışlarında hesabi sorulamayan ölülerine yaktıkları ağıtları düşünür yaralanırım. Yaslara bürünmüş evleri düşünürüm acının ezgiye dönüşmüş halini dinlerken.

Önemli bir görüşmeye giderken aniden mp3'ümde çalmaya başlayan Leyla İşxan'in ''yar meleke'' adli ezgisi hep telaşımı, o görüşmeye giderken uzun zamandır pek de yasamadığım mutluluğu hatırlatır. Onca acıya rağmen umudu da gözlerinde yüreğinde barındıran insanları düşünürüm o an.

Bir dostumun evinde sabah uyandığımda duyduğum ezginin eşliğinde çoktandır unuttuğum gülümsemem gelir aklıma. Ensemle Nour'un rinde adli Ezgisizini gülümsemelerle dinlerim bu yüzden hep.

uzayıp giden acılarla tarumar olan topraklarda rengarenk filizlenip yüreğe düşen aşkları düşünürüm. olumun kara bulutlarının askla dağılacağını aydınlıkların geleceğine dair umutlanırım .

Ah... birde özlediklerim vardır hiç kavuşamadıklarım. efkarli efkarli sigaramı oksijenmiş gibi çekerken içime bitmez sandığım dertlerimi düşünürken uzaktan duyulan o yaylı çalgılar ve sonra o içli ses.hıçkıra hıçkıra ağladığım bitmez dediğim gözyaşlarıma eslik eden kederli ses Nizamettin Aric ve rojek tê.
kendi özlemlerimi düşünürken, acıyan gözlerimi kırpıştırırken ihaneti, tutsakligi, hic bitmeyecek özlemlerimi düşünürüm Nizamettin Aric'in kederli sesiyle.

bütün kızgınlıkları, sevgileri, özlemleri suç olanları düşünürüm. Sonrası karalar bağlayan annelerin bakışlarındaki sabrı görür hayran kalırım düşüncelerimde.


Hayatımın fon müziği dediğim Özer Ürün’ün Nûpelda albümündeki '' gilî û gazinc '' yalnızlığımdaki keşfimdir. Bitmeyen hüzünlerimi hatırlatır tekrar tekrar dinlerken. Zamansız fırtınalarda savrulup giden umutları, yok oluşları yıkık dökük kimsesiz bıraktırılmış köyleri hatırlarım.

Ve sonrası Mikail Aslandır. Huznu, kederi barındıran elqajiye'dir. Yalnızlıklarımı, kimsesizliklerimi hatırlarım her dinleyişimde. gözümden yaslar süzülürken yüreğimdeki yangına söz geçiremezken kendi yangınıma, yanan köyleri ateş düşmüş evleri düşünür bencilliğimden utanırım. Kimsesiz belki geleceksiz kalan çocukları oğulsuz kalan evleri düşünürüm.

Ben hep ezgilerle hatırlarım hayatımdan geçenleri. ve Kim bilir birileriyle, bir yerlerde başka aşklarda başka acıları yaşarken, başka kederlerle hüzünlenirken ayni ezgilerde seviniyor, ayni seslerde özlüyor, ayni onlar gibi canim yanıyor kederleniyorum. O tanımadığım coğrafyada yaşayanları, yaşananları unutturmak için uğraşanlara inat  ezgilerle, seslerle ben de hatırlamak için caba harcıyorum.





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder