17 Aralık 2012 Pazartesi

Kürd'ün şeb-i arusu


17 Aralık ve Şeb-i Arus’un tasavvuf dışında Kürt için başka bir anlamı daha var.

49’lar davası..

Bu davanın tutukluluklarından Musa Anter kendine has uslubuyla toplu tutuklamaların başladığı 17 aralık gününün kendileri için bir nevi Şeb-i Arus olduğunu anlatır…

Bu dava sürecinde yaşananlar Devletin kürde bakışının ne olduğunu, bunu teoriden pratiğe taşıma işidir aslında.

Hem davadan önce hem de sonra bu pratiği Kürtler üzerinde uygulamaktan hiç çekinmemişlerdir.

Bilmeyenler için bu süreç kısaca şöyle işlemiştir:



Irak’taki iç karışıklıklarda 2 Türkmen öldürülmüş ve CHP’li vekil Asım Eren parlamentoda son demlerini yaşayan Demokrat Partiyi milliyetçilik damarı ile sıkıştırarak ve “”Irak Kürtlerinin, Irak’taki Türkmen soydaşlarımıza yaptığı baskı, zulüm veya öldürme olaylarından dolayı, Türkiye’deki Kürtlere karşı ‘mukabele-i bilmisil’ yapacak mısınız?” Şeklinde bir soru önergesi verir.

Bu önerge başta üniversite öğrencileri olmak üzere İstanbul ve Ankara’daki Kürtler arasında infiale sebep olur.

Hem Kımıl yazısından ötürü tutuklu bulunan Musa Anter’in durumu hem de bu önerge için hükümete ve Türkiye’de bulunan büyükelçiliklere protesto telgrafları çekilir..

Oluşan tepkiler sonunda “Kürtçülük sezinlendiği ve giderek arttığı” kanaatine varılır.

Devletin zirvesi toplanır. “ Eğer bin tane Kürt aydını yok edilirse Kürt sorunu en otuz yıl geriye gider” şeklinde öneriler sunulur. Adnan Menderes, Celal Bayar, Fatin Rüştü Zorlu, Cevdet Sunay kendi aralarında bunun uygulanması yönünde karar alırlar. Ancak Fatin Rüştü Zorlu’nun itirazları sonunda Türkiye’nin imajı da düşünülerek bu sayı 50 ye düşürülür.

Mahkemece 50 tane adsız tutuklama emri çıkarılıp emniyete verilir. Onlar isim hanesine kimi yazarsa o tutuklanacaktır yani.

Musa Anter, Naci Kutlay, Yaşar Kaya Nurettin Yılmaz gibi 50 Kürt aydını yakalanır.

Sorgusuz sualsiz harbiye deki askeri cezaevine atılır. Yer olmadığından ötürü 10 tanesi tutuksuz yargılanır. (Şerafettin elçi bunlardan biridir.)

Çok kötü şartlarda altında tutulurlar. İşkence görürler. Çoğu verem, zatürre gibi hastalıklara tutulur.
Bu şartlar altındayken mide kanaması geçiren Emin Batu hayatını kaybeder. Bu sebeple davanın adı 49’lar davası kalır.


İdamla Yargılanan herkesin beraat ettiği davaya bu adın verilmesine canını vererek neden olan 49’ların 50’ncisi; Mardinli Emin Batu’nun dramı, öldüğü ile de kalmaz…

Hikayenin geri kalanını Musa Anter anılarında şöyle anlatır:

“Emin’in kan içindeki hücresine girdim. Ağzından gelen kan ile duvara şunlar yazmıştı:

“esaret bahçesinde bir gül olmaktansa
Hürriyet bahçesinde bir diken olmayı tercih ederim.”

Eminden bahis açılmışken bari sürdürelim. 1962’de serbest bırakıldık. Eminin mezarının peşine düştüm. Çünkü cenazesinin Haydarpaşa askeri hastanesine götürülmüş olduğunu öğrenmiştim. Hastanedeki katiplere emin in kaydının açıklanması için rica ettim, para verdim. Karacaahmet mezarlığında mezarının başına dikilen tahtanın numarasını bana verdiler. Tahta numarasını aldım, gittim buldum. Daha sonra Koço ( Dr. Koço Elbistan. O da aynı davadan tutukludur) oraya kum ve çakıl götürmüş. “Musa Bey Musa Bey mezarı açmışlar içinde bir şey yok” dedi. Gidip baktım hakikaten, emniyet veya milli emniyet eminin kemiklerini bilmediğimiz bir yere atmıştı.”

Başta Emin Batu olmak üzere ondan önce ve ondan sonra bir mezar yeri bile olmayanları saygıyla anıyoruz

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder