1.Olay
Göçüyoruz.
Her
şey tamam… Büyükşehirde ev tutuldu, eşyalar kamyona yüklenip yanına biri
verilip gönderildi..
Neredeyse
hepsi akraba olan tüm köylü köy meydanın toplanmış, bizi uğurlamak için
bekliyorlar…
Minibüse
“arabaya binmenin heyecanıyla” ilk binen ben oluyorum, nihayetinde o güne kadar
kaç kez arabaya binmişimdir ki? 10 u geçmez herhalde.
Bi
akrabamızın krem rengi Ford minibüsü.. Hani şu tombul olanlardan…
Pencereden olan biteni izliyorum. Annem, nenem
diğerlerine sarılıp ağlıyorlar. Tüm
kadınlar ağlıyor artık..
İyi
bişey yapmıyoruz sanırım.
Köyden
Mardin’e varıyoruz…
Bilen
bilir Mardin’in önceden ufak bi otogarı vardı. Onun da tam karşısında meşhur
bir dönerci. Orda yemek yiyoruz.
Hayatımda ilk kez döner yiyorum. Şimdiye kadar yediğim hiç bi yemeğe benzemiyor.
Şaşkınım ama neşeliyim.
Ama
eminim o yemek o sofrada olanların boğazında düğümlenip kalıyordur.
Hayatlarındaki en zor yemeklerden biridir. ..
İstanbul’a
doğru yola çıkıyoruz… Gidiyoruz da gidiyoruz.. Bi türlü varamıyoruz, bir türlü
bitmiyor o yol.
Göç
ettiğimiz güne dair aklımda hayal meyal kalan şeyler bunlar.
Bugün
düşününce çocuk ben için bişey ifade etmese de çok zor bir günmüş.
Bizden
sonrakilerin hikayelerini düşününce de çok şanslıymışız..
Arkamıza
baktığımızda köyümüz yanmıyordu, kimsemiz öldürülmemiş, dövülmemiş, yerlerde
sürüklenmemişti, eşyalarımız vardı, hayvanlarımızı satmıştık, öldürülmemiş ya
da ahırlarında yakılmamışlardı mesela…
Bi
çare kalmamıştık. Ayrılık dışında canımızı yakan bişey yaşamamışız..
2.Olay
Göçtük…
İstanbul’dayız
artık..
2
göz bi gecekondudayız, on kişiyiz.
Annemle
pazara gidiyoruz. Allah’ım o ne kalabalık? Bağırışlar çağırışlar. Kavga
edecekler sanıyorum. Ağzım bi karış dolaşıyorum.
Etrafı
seyrederken küt diye pazarın ortasındaki direklerden birine çarpıyorum. Herkes;
ait olmadığım bi yerde hiç tanımadığım insanlar bize bakıp gülüyor ya da bana
öyle geliyor. Annem beni teselli ediyor.
O
“gülünme” halinin kötülüğünü hissediyorum
Üzerinden
20 yıl geçmiş olmasına rağmen hala pazara gittiğimde o direklere çarpma
gerilimi yaşıyorum. Bunu hayatımda boyunca belki sadece bir kez yaşadım ama
unutamıyorum.
Okula
başladım.
Dengim
olan arkadaşlarıma göre biraz daha şanslıyım. Konuşma evremi kesin göçten önce İstanbul’da
çocuklarının sadece Türkçe konuştuğu bi evde geçirdiğim için Türkçem iyi. İlk kez
okula gitmeme rağmen, az biraz da okuyabiliyorum.
Genel
olarak durumum iyi. Okulla, dille alakalı hiç bi sıkıntı yaşamıyorum.
Ancak
bi gün bi arkadaşım bi espri yapıyor. İlk kez duyduğum bi kelimeyi kullanıyor
üstelik.
Herkes
anlıyor, kahkahalarla gülmeye başlıyor.
Bi tek ben anlamıyorum.
İnsanlar
büyüyor, sesler git gide artıyor ben küçülüyorum sanki.
Hayır,
o gün neye güldüklerini hatırlasam bu olay bana o kadar dert olmayacak ama
hatırlamıyorum.
Şimdi
düşününce ben çok şanslıymışım.
Bir
gecekondusu bile olmayanları, her hareketleri birilerinin dalga konusu olanları
görünce benim gerilimim bomboşmuş.
Köy
okulunda 5 yıl okuduktan sonra kentte tekrar 1.sınıftan başlatılanları, doğru
dürüst Türkçe bilmiyor diye kendinden yaşça ufak çocuklar tarafından alaya alınan
ve bi süre sonra buna dayanamayarak okulu bırakan eş-dost akraba çocuklarını
görünce benim yaşadığımın hiç bişey olduğunu anlıyorum.
3.Olay
Okul
tatil oldu.
Arada
“memleket” e gitmek lazım. Ailenin bi tarafı orda çünkü.
Yol
uzak, yolculuk uzun. Bütün Anadolu coğrafyasını geçiyorsun giderken.
Kaç
defa gidip geldik, kaç defa otobüs koridorunda ya da koltuk altında uyudum
bilmiyorum.
İstanbul’dan
Mardin’e giden otobüsler Gavur Dağları’na şafak vakti varır. Dağdan ovaya inişte güneş ve genellikle
bulutsuz bi gökyüzüne gözünüzü açarsınız.
Tersi
yönde de Bolu’da güneş açar ama fark edemezsiniz bile güneşi, çünkü genelde
yağmurludur. Hava kapalıdır, soğuktur.
Geldiğiniz yerle gittiğiniz yerin ne kadar
farklı olduğunun işaretidir bu aslında. “Başka bir iklimin insanısın sen” diye bağırır sanki..
O
yolculukların başka bi boyutu daha var benim için. “kamusal alan”da ilk kez Kürtçe
müziği oralarda duyuyordum. O zamana kadar hep evde ya da kendi arabamızda
dinlemiştim çünkü..
Ve
sanki o müzik sadece Mardin’e doğru giderken dinlenirse bi anlam kazanırmış
gibi geliyordu bana.
Genellikle
de Sabaha karşı, şoför herkesin uyuduğuna kanaat getirdiğinde sesi kısıp bi Şivan
Perwer kasedi takar, usul usul dinlerdi.
Bi
keresinde tam da bu durumda yanımdan geçen muavine “yaw abê bi söylesene şu
şarkıya biraz ses versin” dedim.
Muavin
başka söze gerek yok der gibi baktıktan sonra “ arabada polis var, gözünü sevem ma başımız
belaya girsin..” dedi sadece.
4.olay
Şehre
yerleştik artık..
Çocuk
olarak adaptasyon sürecini atlattık.
Artık
koşar adım asimile oluyoruz. Okulda onlar bizi asimile ediyor evde, sokakta da
biz kendi kendimizi…
Çocuk
için kent hayatı büyüklerine göre biraz daha rahat artık.
Peki ya büyükler? İşte asıl hırpalananlar
onlar.
Kadınlar
tabir yerinde ise evde mahkûm hayatı yaşamaya başlıyorlar.
Mal-mülk
sahibi, üretimi ya da emeğiyle kendine yeten, hatırı sayılır çevresi olan kendi
yöresinin saygın insanları kentte elinde avucunda hiç bişey olmadan yapayalnız
kalıyor. Bırak saygı görmeyi artık itilen kakılan hor görülen insanlar
oluyorlar.
Her
yerde görebileceğiniz 5 para etmezler tarafından üstelik. Sahiplik diliyle
konuşan iğrenç yaratıklar.. “ sen önce Türkçe konuş, burası Türkiye, evinizde istediğiniz dili kullanabilirsiniz”
gibi pisliklerini kusuyorlar..
Hele
ki önceden bildiğiniz o saygın insanları o halde, kent yaşantısının sıkıntısını
anlatırken görmek, daha çok koyuyor insana.
Dizini
döve döve “law ma vana çi anîn serê me- bunlar ( devlet) başımıza neler
getirdi” diyen dayının haykırışları hala kulaklarımda..
Bu
acılı adamlar bazen de tesadüfen gelip sizi bulur.
İstanbul’da
Kasımpaşa’dayız. Kentin en karman çorman
yerlerinden biri..
Kürtler,Lazlar,Türkler,Çingeneler
her bi kesler var yani orda anlayacağınız.
İnşaatta
amelelik yapıyorum, nerdeyse her kürt gencinin yaptığı gibi. Yanımda beraber
çalıştığımız bi abi var o da Mardinli.
Karşıdan
3 kadın ve bir amca geliyor…
Amcanın
giyinişinden anladım ki o Mardinli..
Yanıma
yaklaşınca:
Wer
xalo wer tu jî mêrdiniyi ne wer – gel dayı gel sen de Mardinlisin değil mi?”
dedim
Adam
kısa bi şoktan sonra :
Wey
laww tu ji ku derketî lo? Te ji ku fehm kir ez ji merdîne me- sen nerden çıktın
yahu? Nerden anladın Mardinli olduğumu diyebildi.
Amca
kaldırımda yanımıza oturdu. Bi süre muhabbet ettik.
“
5-6 ay oldu geleli. Evden dışarıya adım bile atamıyorum. Tanıdığım kimse yok.
Boğuluyorum” diye anlattı hikayesini…
Giderken
“ law xwede ji we razî be we behna min berda-allah sizde razı olsun, nefes
aldım sayenizde “ dedi sadece.
5. olay
Bunca
zaman yıl kentte yaşadıktan sonra artık geriye göç başlar doğal olarak.
Gidenlerin
bi kısmı tabut içinde döner doğduğu topraklara.
Kentlerin
varoşlarında geçen ömürden sonra kesin dönüştür bu.
Son
yıllarda mahallenin camisinden ne kadar çok kişi çıktı bu yolculuğa bilmiyorum.
Bizim
için en acısını bu sene yaşadık biz maalesef.
Önce bir amcamın cenazesini gönderdik. Cenaze
ile giden bir diğer amcamı da orda kaybettik.
Soğuk,karlı
bir günde arkamızda onun,babamın, benin doğduğum evden geriye kalan tek bir
duvarın karşına defnedip geldik.
60
yıllık ömrünün 40 yılını bu kentin her köşesinde geçiren birini doğduğu
toprağa, babamın tabiriyle “babasına misafir bırakıp “ geri geldik.
Hangisi
daha acı bilemedim. Kendi sonunu görmek mi, gidene üzülmek mi?.
Son söz
Göç
acıdır abe .
Kendi
iradenle de olsa acıdır ve fena acıtır.
Evet
; geldiğimiz yerlerde koşullarımız ne kadar kötü olursa olsun insanın doğduğu
yere duyduğu özlem diri tutar o acıyı her zaman.
not: kürt 2.0 dergisinin göç sayısında yazmıştım bunu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder