Seslerin, bir ezginin tıpkı kokular gibi insanın hafızasına
yerleştiğini zamanla en derin yere yerleşip biriktiğini düşünenlerdenim.
Duyduğum bir ses ya da ezgi yıllar geçse de üstünden hep o
anları yani geçmişi hatırlatır.
İste Kürtçe ezgiler de böyledir benim için, geçmişimdir. Belki
de o ezgiler olmasa geçmişi hiç hatırlamayacağımı bilirim.
Ne tuhaf, ne o coğrafyada doğru düzgün yaşamışlığım vardır ne
Kürtçeyi anladığım…
Ama ilk dinlediğim Kürtçe ezgiyi hatırlarım.
Dayım dediğim, bir faili meçhule kurban giden insanin
mırıldandığı ''Heval Kamuran' adlı ezgidir. Bu yüzden ilk dayım gelse de
aklıma, bedenlerine bilinmeyen bir yerlerden kursun çarpınca yere yığılıp hiç
kalkmayacakları toprağa düşen, hayalleri biten gençleri düşünürüm.
Sonra sallana sallana ezgisini dinlemişimdir. Gittiğim bir
düğünde halayın ortasında sarhoş birinin dilinin pelteğine aldırmadan
sallanarak söylediği ezgiyi.
O an umudu düşünürüm. Bulundukları coğrafyada hep susanların bir
ağızdan ayni ezgiyi de söyleyebildikleri aklıma gelir.
Uzun yıllar dinlemedim Kürtçe ezgileri, hep yabancı pop müzik
dinledim. Üniversitedeyken, ilk kez bir yemekte,güzel sesli bir arkadaştan
dinleyip,sonradan kime ait olduğunu öğrendiğim Agirê Jiyan'in ''Adarê' adli ezgisini
ne zaman duysam o yıllarda yaşadığım arkadaşlıklar ,o hepimizi saran her şeyin
güzel olacağına dair inancımız ve bitmez sandığım dostluklarım, o şarkının hep bir
ağızdan söylendiği simdi anı olan anlar gelir aklıma.
''Nûbûn '' adli grubun albümünü hediye etmişti o gün adare'yi
hüzünlü sesiyle söyleyen arkadaş, 'dilberam dilber '' adli türküyü de
söyleyeceğine söz vermişti bana. ve ben simdi o türküyü ne zaman hatırlasam
tutulmayan sözler gelir aklıma. Ve O arkadaşı bir daha hiç gör(e)mediğimi düşünürüm.
Şivan Perwer'i keşfimde bu yıllara rastlar. Halepce’yi ilk o
zaman duymuştum ve tabi Şivan'in gırtlağından sonsuz nehirler akıyormuş hissi
veren o essiz nağmeleri. Yıllar geçse de üstünden sivan’ın sesini ya da
herhangi bir ağıdı kulağıma değse yüreğime aklıma boşaltılmış köylerden birine
gidişimi, arabaların olmadığı ama tankların adım başı yolunuzu kestiği yaz
tatilimi anımsarım..
Çiçekleri göremeyecek, uçurtma uçuramayacak çocukları, savaşa
öfkeyi düşünüp üzülür çoğu zaman kahrolurum. öfkeye, isyana, acıya bırakırım o
notalarla o sesle kendimi.
Ve Ciwan Haco..
Her şarkisi her ezgisi bana farklı anlarımı hatırlatır. Hiçbir
şeyimken hayatımdan çıkıp gittiğinde her şeyim olduğunu anladığım insanin bana
dinlemem için gönderdiği en son hediye hey dilbere adli türküdür. ben o ezgiyi
dinlerken teslim olurum o sese. Beklediklerinin hiç gelmeyeceğini anlayıp
kaderine razı olan kadınları düşünürüm. O hiç kimseye anlatamayacakları kederin
usulca kirpiklerinden süzülüşünü, tenlerine değişini ve tenlerini yakan acıyı
düşünürüm.
Bir aksam sohbetin ortasında arkadaşımın '' hışş... sesi dinle''
dediği sese kulak verip kim bu diye merakla soruşumu dün gibi hatırlarım. Ve o
sesin Aynur olduğunu. Neşeyle suren sohbete yıldırım gibi düşen o sesi ardından
gelen sessizliğe neden olup gözlerimi buğulandıran ''Ahmedo'' adli ağıdı
hatırlarım Aynur’u ne vakit dinlesem.
Ölümle sözlü insanların yasadığı diyarları, titrek bakışlarında
hesabi sorulamayan ölülerine yaktıkları ağıtları düşünür yaralanırım. Yaslara
bürünmüş evleri düşünürüm acının ezgiye dönüşmüş halini dinlerken.
Önemli bir görüşmeye giderken aniden mp3'ümde çalmaya başlayan Leyla İşxan'in ''yar meleke'' adli ezgisi hep telaşımı, o görüşmeye
giderken uzun zamandır pek de yasamadığım mutluluğu hatırlatır. Onca acıya
rağmen umudu da gözlerinde yüreğinde barındıran insanları düşünürüm o an.
Bir dostumun evinde sabah uyandığımda duyduğum ezginin eşliğinde
çoktandır unuttuğum gülümsemem gelir aklıma. Ensemle Nour'un rinde adli Ezgisizini
gülümsemelerle dinlerim bu yüzden hep.
uzayıp giden acılarla tarumar olan topraklarda rengarenk
filizlenip yüreğe düşen aşkları düşünürüm. olumun kara bulutlarının askla dağılacağını
aydınlıkların geleceğine dair umutlanırım .
Ah... birde özlediklerim vardır hiç kavuşamadıklarım. efkarli
efkarli sigaramı oksijenmiş gibi çekerken içime bitmez sandığım dertlerimi düşünürken
uzaktan duyulan o yaylı çalgılar ve sonra o içli ses.hıçkıra hıçkıra ağladığım
bitmez dediğim gözyaşlarıma eslik eden kederli ses Nizamettin Aric ve rojek tê.
kendi özlemlerimi düşünürken, acıyan gözlerimi kırpıştırırken ihaneti,
tutsakligi, hic bitmeyecek özlemlerimi düşünürüm Nizamettin Aric'in kederli
sesiyle.
bütün kızgınlıkları, sevgileri, özlemleri suç olanları düşünürüm.
Sonrası karalar bağlayan annelerin bakışlarındaki sabrı görür hayran kalırım düşüncelerimde.
Hayatımın fon müziği dediğim Özer Ürün’ün Nûpelda albümündeki ''
gilî û gazinc '' yalnızlığımdaki keşfimdir. Bitmeyen hüzünlerimi hatırlatır
tekrar tekrar dinlerken. Zamansız fırtınalarda savrulup giden umutları, yok
oluşları yıkık dökük kimsesiz bıraktırılmış köyleri hatırlarım.
Ve sonrası Mikail Aslandır. Huznu, kederi barındıran
elqajiye'dir. Yalnızlıklarımı, kimsesizliklerimi hatırlarım her dinleyişimde. gözümden
yaslar süzülürken yüreğimdeki yangına söz geçiremezken kendi yangınıma, yanan köyleri
ateş düşmüş evleri düşünür bencilliğimden utanırım. Kimsesiz belki geleceksiz
kalan çocukları oğulsuz kalan evleri düşünürüm.
Ben hep ezgilerle hatırlarım hayatımdan geçenleri. ve Kim bilir
birileriyle, bir yerlerde başka aşklarda başka acıları yaşarken, başka
kederlerle hüzünlenirken ayni ezgilerde seviniyor, ayni seslerde özlüyor, ayni
onlar gibi canim yanıyor kederleniyorum. O tanımadığım coğrafyada yaşayanları,
yaşananları unutturmak için uğraşanlara inat
ezgilerle, seslerle ben de hatırlamak için caba harcıyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder